Özgür Mahkûm - Frei Gefangen

Diese Geschichte ist sehr interessant. Ich dachte, dass Freiheit nicht frei ist. Die Geschichte ist Türkisch auch. 
 
Karlı dağların ötesinde, beyaz örtü şehrinde yalnızlığın baharında yaşam kavgası veren bir genç, yavaş, adımlarla ilerliyordu. Ailesini altı ay önce bir kazada kaybeden genç, son sözlerini vermeye hazırlanıyordu. Dedesinden yadigâr kalan mirası “Hürkan” adıyla anılıyordu bir zamanlar. Yirmi yaşında iyi bir delikanlıydı. Bilgisayar ve uygulama geliştirme gibi alan-larda yetenekliydi. Meçhul karanlık sokaklar lambalarca iyi aydınlatılıyordu. Lapa lapa yağan kar eşliğinde yavaş yavaş Hürkan ilerliyordu. Bir süre sonra yoğun kar nedeniyle bilakis iyi çıkaramadığı bir karartıyı fark etti. Birkaç adım sonra yanan renkli ışıklar, onun bir araç olduğunu gösteriyordu. Hürkan rahat tavırlarla ilerlemeye devam etti.  Aracın yanına adımını attığında açılan kapıların sesiyle ürkmüştü. Siyah elbiseli ve hafifçe Hürkan’dan uzun adamlar, önünü kesip;
__”Merhaba bayım. Lütfen zorluk çıkarmadan araca bininiz. Aksi takdirde zor kullanmak mecburiyetindeyiz.” diyince bu nazik görünümlü adamlar, Hürkan sesini dahi çıkarmaksızın itinayla emirleri uyguluyordu.  Araca bineli Hürkan neredeyse rahat bir saat olmuştu. Soğuk havada arabanın kliması onun rahatça uykuya geçmesini sağladı. Bu olanlara nedense bir anlam veremiyordu.
Gözlerini açtığında bir yatakta öylece yatıyordu. Bu hal üzere sağına ve soluna baktı. Kafasını sağ tarafa çevirdiği o ilk vakit, demir parmaklıklarla kapatılmış bir pencereyi gördü. Mavi boyalı duvarlar da dikkatini çekmişti. Sol tarafa baktığında ileride kapatılmış bir kapı bulunuyordu. Bir süre sonra doğrulup kalkınca yatağın ayak tarafında bir dolap ve açık bir kapı gördü. Ayağa kalkıp çevreye göz attı.  Duvarlarda çeşitli resimler özellikle dikkatini çekmişti. Pencere beyaz bir tül perdeyle kaplıydı ve yine dışarıda kar yağıyordu. Açık kapıdan içeriye girdiğinde buranın modern bir tuvalet ve banyo olduğu bayağı anlaşılıyordu. Dışarıya tekrar çıktığında, yatağın ayak tarafında ki dolaba bakındı.  İçerisinde renkli, renkli elbiselerin olduğu dolaptan rahatlatıcı bir koku yayılmaktaydı. Oda da bir hayli eşya ve birçok incelenecek şey vardı. Ama onları bırakıp kapalı kapıya yöneldi.  Kapıyı açtığında sal tarafta ki demir parmaklıklarla kapatılmış pencere yine dikkatini çekti. Modern bir bilgisayar masası, üzerinde LCD ekranlı bilgisayar, yanında bir dizüstü bilgisayar ve bir takım ofis eşyası bulunuyordu. Tam karşıda bir televizyon dolabı, yanında ise içerisinde 8-10 adet balığın bulunduğu büyük ve hoş bir akvaryum yer alıyordu.  Sağ tarafta kapalı bir kapı ve etrafta ise kitaplarla dolu raflar, dolaplar yer alıyordu. Kapıya yönelip açmak istedi fakat kilitliydi.  Arkasına döndüğünde duvara asılı bir kafes bulunuyordu. İçerisinde 4 adet Hint bülbülünün yer aldığı kafesten gelen kuş seslerini yeni fark etmeye başlamıştı.  Hürkan derin düşünceler içerisindeyken aniden çalan telefonla kendine geldi. Masanın üzerinde titreşimle çalan telefonu eline aldı. Bu Iphon5 cep telefonuydu. Ekranda yazılı numarayı tanımadığından telefona cevap verdi.  Hafif boğucu bir ses tonuna sahip bir adam;
__”Bay Hürkan, bir uyandığınıza sevindim. Bir saat içerisinde yemeğiniz gönderilecek. Akşama doğru bizzat sizi ziyaret edeceğim. Ayrıca kapının kilitli olduğunu da unutmayınız.” Diye öğütsel bir tarzla konuşuyordu. Hürkan ise endişeyle;
__Kimsiniz ve benden ne istiyorsunuz? diye bağırıp, sorular yöneltse de, ismi meçhul adam telefonu çoktan kapatmıştı. Telefonu tekrar masanın üzerine bırakıp etrafa bakınmaya başladı.  Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Dolaplarda ve raflarda duran kitaplara göz atmayı da ihmal etmemişti. Mitolojiden felsefeye, romandan ders kitabına, yabancı dilden bilgisayara, sözlükten dini kitaplara her çeşit kitap vardı. Tabi dolabın bir bölümünde yer alan CD/DVD’leri gözden kaçırmamıştı.
Aniden kapının çaldığını duyunca kapıya yöneldi. İki kapı vardı ve biri dışarıdan, diğerdi içeriden kapatılıyordu. Hürkan kapıyı açtığında, her iki kapının da açılmış olduğunu fark etti. Kapıda siyah takım elbiseli bir adam, elinde bir paketle oracıkta duruyordu. Sakin bir tarzla;
__”Bayım, yemeğiniz hazır. Buyurun.” deyip, paketi uzattı. Hürkan teşekkür bile etmeden paketi alıp, sadece kafasını şaşkın, şaşkın salladı. Takım elbiseli adamın kapıyı tekrar kilitlemesi üzerine Hürkan, pakete göz attı. Üzerinde ki görsellerden onun pizza olduğu rahatça anlaşılıyordu. Hürkan, yemek sonrası nerede, ne için olduğunu anlamak için etrafa bakınmaya devam etti. Hava henüz yeni kararmıştı. Karakterinin özgün yapısı gereğince, odada bulunan hiçbir malzemeye dokunmuyordu. Bir sandalyenin üzerinde oturmuş, pencereden dışarıyı ve Ahenkli yağan karı seyrediyordu.
Saat tam 19.00’ı gösteriyordu. Kapının açıldığını fark edince, ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Siyah takım elbiseli bir adam, elinde bir çanta ile kapıda göründü. Yemek getirene benzemiyor, aksine daha resmi bir hali bulunuyordu. Bir süre sessizliği koruyan bakışlar eşliğinde, takım elbiseli adam Hürkan’a doğru yaklaştı ve oturmasını işaret etti. Karşısına oturan adam, sessizliği derin bir nefesle dağıttı. Sakin bir ses tonuyla;
__”Bay Hürkan. Çok meraklı ve heyecanlı görünüyorsunuz fakat tedirginliğiniz anlamsızdır. Deyip, sözlerine devam etmeye çalışırken, Hürkan sözü kesip;
__”kimsiniz?” diye sordu. Takım elbiseli adam tebessümle cevap verdi.
__”Ah. Evet! Ben Bilgisayar uygulama geliştirme üzerine çalışmalar yürüten bir şirkette sorumluyum. Adım Davut, Davut Karahan.” Deyip sözlerine devam etti.
Bay Davut: “Sizi gayet iyi tanıyorum. Bu alanda da uzman olduğunuzu düşünüyorum.”
Hürkan: “Benden ne istiyorsunuz?”
Davut: “Sizden pek bir şey istemiyorum aslında. Sizin isteyebileceğiniz her şeyi veriyorum. İş, hayat, umut, gelecek gibi her şey…”
Hürkan: “Karşılığında bir bedeli olmalı!”
Davut: “Bakın. Karşılığında sadece bir sözleşme yapacağız. Bu kadar.”
Hürkan: “Ne için sözleşme yapacağız? Daha açıklayıcı olur musunuz?”
Davut: “Bu oda sizin. Tabi odadaki her şey de. Bizimle uygulama geliştirme üzerine çalışacaksınız. Aylık 1500 TL maaşla. Kira, Elektrik, Su, İnternet vb… her hangi bir ödemeniz söz konusu değil. Yemeğinizi, alış verişinizi internetten yapacaksınız. Özgürsünüz, Rahatsınız, Zengin ve güven içindesiniz. Bunlara karşılık sadece bir sözleşme yapacağız.”
Hürkan: “Bunlar güzel. İş ve bu odada ki özgür hayat güzel. Sözleşmeden bahsedin.”
Davut: “Sözleşmede sadece 3 madde var. Sözleşmenin feshi mümkün olmayıp, ebediyete kadar geçerlidir. Ayda sadece bir kere dışarıya çıkma hakkınız bulunuyor. Dışarıda misafir olarak en fazla 2 kişiyi bir ay içerisinde davet edebilirsiniz. Bu kadar.” deyip ayağa kalktı.
__”Oda ve içerisinde ki malzemeler hakkında bilgilerin bulunduğu kataloğu masanın üzerinde bulacaksınız.”deyip kapıya doğru ilerledi. Kapıdan çıkarken ise uyarıcı bir üslupla;
__”iç kapı sizin, dış kapı bizim. Ona göre hareket edin. Ayrıca telefon ve internet bağlantılarınızın takipte olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Ve tabi buradan kurtulmanızın imkânsız olduğunu da.” Söylerken dış kapıyı kapatıp uzaklaştı. Ayak seslerini derinden işiten Hürkan nereye düştüm gibi düşünceler içindeydi. Masanın üzerinde ki kitapçığı alıp incelemeye başladı. Kitapçıkta yazanlar onu gerçekten heyecanlandırmış ve şaşkına döndürmüştü. Yok olmak üzereyken, var olmuş gibi hissediyordu. Kitapçıkta; tam donanımlı bu odada saray hayatı yaşayacağı yazıyordu. Düzinelerce kitap, 8 çekirdek bilgisayar ve 4 çekirdek diz üstü, ses sistemi gibi bilgisayar donanımları, yazılım, görsel, web vb… programlarlar yer alıyordu. Sınırsız internet, elektrik, su, yakıt, binlerce kanal kapasitesinin sınırsızca izlenebildiği televizyon, günde sadece 2 saat çalışmayla elde edilebilecek olan bir iş ve sonrası 1500 TL maaş. Ve dahası alabildiğine yazılıydı kitapçıkta. Masraf sadece keyfi olacaktı. Onlar ise yemek, kıyafet gibi şeylerdi sadece. Hürkan gece yarılarına kadar odada bulunanları kurcalayıp uğraştı. Artık kendini dünyanın en özgür ve mutlu insanı olarak görüyordu. Ertesi gün sabah kahvaltı sonrasında işe başladığında, kitapçıkta yazılı olan kuralları yerine getirdi. İlk aşama harika olmuştu. Başarılı geçen ilk çalışması 30 dakika bile sürmeden tamamlanmıştı. Gün içinde oyunlar, filmler, kitaplar, müzikler, eğlenceler, muhabbetler alabildiğine sürerken, sabah ezanını işitmeye başladı.  Gece yarılarına kadar bu eğlence hayatına dalan Hürkan gözlerinin artık açılmaz bir hal aldığını anlayınca yatağa kendisini zor attı.
Günler bu şekilde geçmeye devam ediyordu. Uygulama geliştirmekten başka faydalı bir yapmayan Hürkan, aslında çok eğleniyor ve kendini geliştirdiğini sanıyordu. İlk maaşı hesabına yattığında, elbiseler, filmler, oyunlar satın aldı. Günleri artık bir rutine oturmuştu. Güne öğlen 12-13’de merhaba diyen Hürkan, öğlen kahvaltısını dahi bilgisayar başında yapıyordu. Aceleyle oracıkta hallettiği uygulamalar bitince, oyunlarına yahut internette ki sohbet sitelerine atıyordu kendisini. Taki gece yarıları olup şafak belirmeye başlayıncaya kadar. Aylar sonra zaman gibi kavramları önemsemez oldu. Tıraş olmuyor, bazen yıkanmaya bile üşeniyordu.  Bir gün elektriklerin kesilmesiyle deliye dönmüştü. Neredeyse kafasını duvarlara vuruyordu. Fakat bedeni o kadar yorgun düşmüştü ki bu hal üzere bunu fark etti. Birkaç dakika sonra ise kuş kafesi ve akvaryum gözüne çarptı. Kuş sesi yoktu. Akvaryumda ise balık görünmüyordu. Ayağa kalkıp yavaş adımlarla kafese ve akvaryuma baktığında bir de koku fark etti. Kafeste dört adet kuş neredeyse çürümeye dönmüş, akvaryumda ki balıklar ise suyun üzerinde patlamış ve iç organları erimeye terk edilmiş gibi görünüyordu. Oda da iğrenç bir koku vardı. O bunu aylardır ilk defa fark etmişti. O esnada elektrikler gelince, bilgisayara geçmedi. Onu açmadan dışarıya, pencereye yöneldi. Pencereyi açtığında müthiş bir soğuk ve kar onu selamlıyordu. Arkasına döndüğünde gözüne ilişen takvim eylül’ü gösteriyordu. Ama eylül ayı olamazdı. Bir an yatağına uzandı ve düşünmeye başladı. “Hangi aydayız, Şu an saat kaç, ne zamandır o hayvancağızlar o halde ve ayrıca geldiğim günden beri burada kar mı var?” gibi farklı sorularla kafası karma karışık olmuştu. Kendinden geçmiş olduğunun farkına aylar sonra varmıştı. Bu düşünceler içerisinde gözleri kapanmış, derin bir uykuya dalmıştı.
                Ertesi günün akşamına doğru uyanan Hürkan, kafesi ve akvaryumu güzelce temizlemek için kolları sıvadı. Odayı baştan aşağıya temizleyip çarşafları ve elbiselerini yıkamaya göndermek için hazırladı. Telefonla Davut beyi arayıp, birkaç gün bilgisayara oturamayacağını bildirip izin istedi. Bu zaman zarfında bir tane de doktor göndermesini rica etti. Odayı baştan aşağıya temizleyip, pencerelere kadar silen Hürkan yıkanacakları da Davut beyin gönderdiği adama teslim etti. İnternetten yedi adet güzel balık ve iki adet Hint bülbülü siparişi verdi. Oda da bulunan eşyaların bir kaçını yenileyip, banyo ve mutfak eşyaları da sipariş etti. Yaklaşık bir haftayı aşkın süredir bu işlerle uğraşırken ara sıra Davut beyle de yemek yemekteydi. Artık ışıl, ışıl parlayan bir odada yaşayan Hürkan’ın cıvıl cıvıl öten iki bülbülü ve süzüle süzüle ahenkli bakışlar saçan yedi balığı vardı. Oturup güzel bir plan yapmaya başladı. Elinde ki her şeyi değerlendirebileceği bir haftalık programı yaptı. Sabah 7.00’ da güne merhaba diyerek başlıyor ve günü 23.00’da selamlayarak uğurluyordu. Bu günler içerisinde dakik bir hale dönüşen program sayesinde hayatı oldukça düzene girmişti. Artık takvime ve zamana dikkat ediyordu. Bu odada yaşamaya başlayalı 1 yıl 10 ay olmuştu. Bu sayede kitaplar okuyor, filmler seyrediyor, makaleler, hikâyeler ve fıkralar yazıyor, İngilizce ve almanca yabancı dil dersleri çalışıyor, internette sürekli araştırma yapıyordu. Her güne özel günlük yazmayı da ihmal etmiyordu. İnternet üzerinden yoğun olarak kitap, film, DVD/CD ve kırtasiye malzemesi sipariş veriyordu.
Yıllar bir birini kovalayıp dururken, günler su gibi akıp giderken, karın uzun süre hâkim olduğu bu diyarda hayat ahenkle sürüp gidiyordu. Yüzlerce hikâye ve fıkrası, birkaç adet romanı ve kitabı olmuştu. Bilgisayar ve yazılım üzerine edindiği deneyimler onun bir dahi olmasını sağlamıştı. Büyük şirketlerce yazılmış yazılımlara rakip ve ek seçenek sunan birçok yazılım yapmıştı. Birçoklarca ele alınamayan yazılımlar dünyaya ün salmaktaydı. Stüdyo ve oyunculara gerek kalmaksızın bir kişinin kendince profesyonel anlamda filmler yapabileceği film programı, bir siteye binlerce konuyu dakikalar içerisinde ekleyebilecek botlar, Hareket edebilen robotlar ve makineler, Sıradan bir kitap görünümünde olan fakat içerisinde büyük bir sanatı barındıran işlevlere, çalışmalara imza atıyordu. Çalıştığı şirketin dışında başka şirketlere de türlü işler yapıyor ve oldukça da fazla para kazanıyordu.
Patronu Davut beye bu odadan çıkıp özgürce gezmek istediğini, buranın dışında da iş yapabileceğini belirtip, izin istedi. Fakat aldığı cevap onu derinden vurmuştu. Davut Bey ona sert ve kaba bir tarzla;
__”Bu odada her şeyi öğrendin. Adam olmayı da bilge olmayı da. Fakat bir şeyi hala öğrenememişsin. Haddini bilmeyi. Dışarısı seni azdırır. Yasaklara uymalısın. Sen bu oda içerisinde varsın.” diye çıkışmış ve bir daha bu konuyu açtırmamıştı. Umutları ve hevesi kaçan Hürkan uzun süre pencereden dışarıyı seyrediyor ve günlük işlerinin dışında ki işleri bırakmaya başlamıştı. Günler böyle geçerken, dışarıda her gün aynı saatte pencerenin önünden geçen bir güzel gözlerinde bir prensese dönüşmüştü. Birkaç hafta sessizce izlemekle yetinirken, sonraları sadece “Günaydın” demekle yetinmişti. Ona şiirler, öyküler yazmaya, resimler çizmeye ve besteler yapmaya başlamıştı. Sipariş ettiği org ve ney onun yoldaşı olmuştu. İnternetten bunların çalınmasını öğrenmeyi başarınca, her gece, her sabah çalmaya başlamıştı. Org eşliğinde neyi işitenler pencerenin önünde toplanıp onu dinliyorlardı. Henüz adını bile bilmediği, yârim diye adlandırdığı güzel hayallerini, umutlarını, eserlerini süslüyordu. Ocak ayının Salı akşamıydı. Günlüğüne onunla konuştuğu ilk günü yazarken bile elleri titriyor, heyecandan bazen çığlık atıyordu. Adı Zehra idi onun. Siyah saçlı, kömür gözlü,  narin yâriydi o onun. Şiirlerine, Sevdamın rüzgârında savrulan esmer yârim diye hitap ederdi. Muhabbet ahvale, Şevk ahesteye dönüşmüştü günler geçtikçe, Zehra umutlarını, hayallerini, Hürkan ile yapmaya başlamıştı. Sevgi, soğuk kış aylarında bir yel gibi büyüyordu. Hürkan, Zehra’sından öğrenmişti, bir binanın ilk katında tek dairede yaşadığını, yaşadığı şehrin adını ve özünü, sokaklarını ve mahallelerini.
Baharın ilk meyvelerini verip, umut dolu günlerle selamladığı o günler yaklaşmıştı. Yakında bahar son bahara dönecekti Hürkan için. Artık gelmez olmuştu Zehra. Sebebi meçhuldü bu gelmeyişin. Haftalarca bekledi, aradı ve mesajlar attı. Fakat her defasında ona hep hüsran cevap verdi. Aylar sonra umutlarını kaybedip, ondan vazgeçmeye çalıştı. Yalnızlık hiç bu kadar dert olmamıştı başına. Bu odada 6. yılıydı ve hala özgürlük havasında olduğunu sanan Davut beye nefret duyuyordu. İnternetten onu ilk kez tanıyanlara; Benin adım “Özgür Mahkûm” diyordu. Dışarıya çıkıp asıl özgürlüğü yaşamak için sürekli hayaller kuruyordu. Yalnızlık onu derinden etkilemişti. Ama bu böyle gitmezdi. Mektuplar, şiirler, romanlar yazıp birilerine gönderiyormuş gibi yapıp yakıyordu. Arkadaşları sadece kuşları ve balıklarıydı. Kimseler gelmez olmuştu artık. Telefonunda yaptığı bir uygulama sayesinde,  çığır açan bir teknolojiye imza atıyordu. Kimseler bilmezken o yeni bir devire adım atacaktı. Telefonuna kurduğu sistem sayesinden sanal bir insan oluşturdu. Telefonun sinyali kadar alanda aktif durumda bulunabilen bu karaktere “Rüyam” adını verdi. Bilgisayar yardımıyla oluşturduğu karakter, iki yıl önce geri dönmeyen yârinin tıpa tıpkısıydı. Sadece adı farklı olan bu karakterin görünmez olma özelliği, sesli yahut yazılı komutları algılama özelliğini yapmayı başarmıştı. Oda içerisinde gezinebilen bir insan vardı artık onun için. Suyunu, yemeğini ve istediği her şeyi ayağına getirebilen, verilen görevleri yapabilen birisi vardı artık Hürkan’ın yanında. Adına artık mahpushanem dediği bu odada 11. Yılıydı. Sürekli geliştirdiği Rüyam adlı şaheseri, dışarıya çıkmaya hazırlanıyordu. Görünmez olma özelliği ile beraber aslında o ölümsüz ve ebedi yaşayacak bir insandı. Işınlanabiliyor, yedi dili gayet rahatça konuşabiliyor, gördüklerini çok detaylı veri haline dönüştürebiliyordu. Gözleri bir kamera, kulakları dinleme cihazı, Ağzı ve burnu ise en önemli algılama mekanizması gibiydi. Pencereden ışınlanıp, sokaklarda gezinmeye başlayan rüya’nın hareketlerini ise telefondan ya da bilgisayardan takip edebiliyordu. Bir arkadaşı vardı ve onun için o asıl özgürlüğü yaşayandı. İnsanlardan daha özgürdü. Dışarıdan istediğini alıp, odaya getirebiliyordu. Son dönemde geliştirdiği yapay zekâ sayesinde onun, kendiliğinden öğrenmesini ve bilgileri yorumlayabilmesini sağladı.
Artık kendi imparatorluğunu kurmuş olan Hürkan, bilgisayarda sanal bir Hürkan oluşturmuş ve yapay zekâsı sayesinde onun işini yapıyordu. O ise dışarıda gezmenin keyfini sürüyordu. Fakat telefonun sinyali fazla olmaması nedeniyle istediği her yeri gezemiyordu. Rüya’nın dünyayı gezebilmesi ve istediğini yapabilmesi için sinyalinin geniş alanlarda çekmesi ve çok kuvvetli olması gerekiyordu. Hürkan, okuduğu kitaplar, izlediği filmler, öğrendiği bilgiler eşliğinde elde ettiklerini ve hayal gücünü kullanarak Rüya’yı olabildiğine geliştiriyordu. Rüya bir dâhiyane şah eserdi onun için. Çünkü uçabiliyor, görünmez olabiliyor, ışınlanabiliyor, çok rahat öğrenebiliyor, hızlı hareket edebiliyor, insanların akıllarından geçenleri ve rüyalarında gördüklerini algılayabiliyordu. Bununla da yetinmeyip, İnsanların düşüncelerine de müdahale edebiliyordu. Hürkan’ın aklını kurcalan tek bir şey vardı. Rüya ölümsüz ve ebediydi. Ya kendisi? Henüz 38 yaşında olmasına rağmen anlam veremediği bir hastalığın pençesine düşmüştü. Günlerce baş ağrısı ve baş dönmesi yaşıyordu. Spor ya da ilaç gibi hiçbir şey çare bulamıyordu.
Ocak ayının 26’sıydı. Yoğun bir kar yapışı görülüyordu pencerede. O kadar güzel ve hoş bir kar yağışı vardı ki dışarıda, insanı derin uykuya daldırıyordu sanki. Yataklara düşmüştü artık. Kalkmak bile zor gelir olmuştu ona. Telefonla çağırdığı Davut Bey ona en iyi doktorları getirdi. Fakat hepsinin dediği birdi. Henüz teşhis edilemeyen bu hastalık, Hürkan’ı ebedi başka bir hayata göç ettirecekti. Bu durumu Hürkan’dan saklasalar da o bunu çoktan anlamıştı. Genç sayılabilecek yaşta olmasına rağmen gitmekten çekinmiyordu. Her şeyinin başkalarına kalacağını iyi biliyordu ve kendisine de kalmayacaktı. Davut beyden son bir isteğini dile getirdi. Beni tam bir gün boyunca serbest bırakın, sokaklarda farklı ufuklar hissetmek istiyorum dedi. İsteği tereddütsüz kabul görmüştü. Güzelce hazırlanıp, tıraşını oldu. En beğendiği elbiselerini giyinip, kuşlarının kafesini ve diz üstü bilgisayarını da yanına alıp dışarıya çıktı. Bir süre yürüdükten sonra bir şey fark etti. Bu sokakları rüyası ona gezdirmişti fakat onun gördükleri ise çok farklıydı. O bambaşka görüyordu şuan. Bir köprü üzerine geldiğinde aşağısından akan dereye uzun süre baktı. Kafesinin kapısını açıp, kuşlarını özgür bıraktı. Bunu yaparken ise derin bir nefes alıp;
__”Özgürlük, şöhretle ya da varlıkla olmaz. Rahatlık ebedi ve sınırsız olsa da özgürlük asla bu şekilde elde edilemez.” Derken yakınlarda gözüne çarpan bir ağacın yakında sakince oturan bir çocuk gördü. Ona yaklaşıp burada ne yaptığını sordu. Çocuk, ağlamaklı bir ses tonuyla ona üzgünlüğünü anlattı. Ailesini yakın zamanda kaybettiğini ve yalnız kaldığını anlattı. Bunun üzerine Hürkan, boğuk bir ses tonuyla ona diz üstü bilgisayarını hediye edip nasihatte bulundu. “Aç kalsan da, yok olacağını bilsen de özgürlüğünden asla taviz verme. Yine de bir gün özgürlüğünü kaybedersen umutlarını asla kaybetme. Çünkü o bilgisayarda senin her şeyine yarayacak olanlar vardı.” Gibi sözcüklerle oradan ayrıldı. Odacığına yaklaşıyordu. Odasına ilk adımını attığında gözüne çarpan bir kitabı eline aldı. Kitabı kendisi yazmıştı. Şifreler, gizemler ve sırlarla dolu bu kitap sadece bir adetti. Onu da, diğerlerini de alıp Davut beyin adamına teslim etti. Onları kargoya verip, belirttiği adrese göndermesini istedi. Kapısını kapattığında yıllar önce ki anıları aklına geldi. Yatağına uzanıp eline bir kalem ve kâğıt aldı. Bir şeyler yazmaya başlayan Hürkan gözyaşlarıyla yazıyordu ilk satırlarını. Bir mektup şeklinde yazılan eserinde noktalar ve kısa cümleler, kısacık hayatının ve son anlarının bir habercisi misaliydi sanki. Son duygularını, vasiyeti eşliğinde yârim ve rüyam başlıklı bu son eserinde ele alıyordu. Son cümlesi; “özgür mahkûm, ebediyete uğurlanırken, selamı kesenlere …” diye yarım kalmıştı eserinin. Davut Bey, elinden kalemi düşmüş, gözleri kapanmış ve artık nefes bile almayan cansız bedenini yatağında görüyordu artık. Gözyaşlarını tutamayan Davut Bey, hüzünlü üslubuyla;
__”Varlığı yokluğuna, yokluğu da varlığına karışmayan, garip Hürkan. Uğurlar olsun sana.” diye son sözlerini sarf ediyordu.

Değerlendirme: 5.0/1
Sayaç: 1533 | Ekleyen: jungnet | Etiket: Freiheit, Frei Gefangen, Özürlük, Özgür Mahkûm
Toplam Görüş: 0
avatar