Weiße Cim - Beyaz Cim

Ich hatte 3 Vogel. Erste Vogel war Weiß. Er war besonders für mich. Ich habe diese Geschichte für ihn geschrieben. Cim war sein Name und Weiße Cim ist ein Vogel. 
 
Günlerden bir gün beyaz renkli, zebra tüylü bir Hint bülbülü, soğukların gelmeye başladığı o zor günlerde dünyaya geldi. Annesi onu yuvasında beslerdi. Bu eşsiz güzellikte ki yavru, annesini de babasını da çok severdi. Birkaç zaman sonra tüyleri çıkmaya başlayınca, annesi onun diğerlerinden farklı olduğunu fark etti. Bu beyaz renkli, zebra tüylü dostumuz, ilk kez kafasını dışarı çıkardığında onlarca hint bülbülünü bir arada gördü. Yuvadan çıktığı ilk saniyelerde ona meydan okuyan diğer yetişkinlere karşılık verecek kadar henüz güçlü değildi. Babası onun en büyük dayanağıydı. Daima onu diğerlerine karşı korurdu.
Bir keresinde korku, gerilim ve acı kaplamıştı dünyalarını. İlk kez o gün bu duyguları yaşamıştı. Ne olduklarını anlayamadığı beş tane diş; uzun ve korkutucu dişler görüyordu. Her biri bülbüllere saldırıyordu. Bir bülbülü almadan ayrılmıyordu asla. Belirli aralıklarla  yaşanan bu anı bir kez daha yaşıyorlardı. Bu kez babasını almıştı o dişler. Annesi yuvaya kaçırmış, o şekilde kurtarmıştı onu. Annesine, akşam olup karanlık çökünce, nazik ve tatlı ötüşlerine başlamıştı. Annesi anlamıştı babasını sorduğunu. Annesi;
>>> Babanı Cennete götürdüler, benim beyaz bülbülüm.<<< diye geçiştiriyordu lafı. Sonraları alışmaya başlamıştı bu olaya, bu korkuya. Biliyordu ki o dişler, bülbülleri cennete götürüyor. Bunu her bülbül alındığında tekrar ediyordu. Fakat diğer bülbüller bu lafları duyunca kızıp, ona;
>>> Cennete değil, ölüme götürüyorlar. Vahşi avcı onlar.<<< diye çıkıştılar. Bunları duyan küçük bülbül annesinin yanında aldı soluğu. Annesine;
>>> Anne, babamı avcılar almış doğru mu? <<< diye sert ve kızgın bir şekilde sordu. Ama annesi telaşlı ve üzgün bir halde;
>>> Hayır. Senin baban bir kahramandı. O cennete gitti.<<< diye konuyu ört pas etti. Daha sonra küçük bülbül düşündü. “Madem cennete götürüyorlar, neden kimse gitmek istemiyor. O dişleri görünce kaçışıyorlar.” Diye bütün gece düşündü. Artık onların avcı olduğuna inanıyordu. Henüz çok genç olan bülbül diğer bütün arkadaşlarından ve komşularından farklıydı. O tamamen beyazdı. Diğerleri ise siyah, gri, kahverengi renklerdeydi. Daha zamanı ya da sırası olmamasına rağmen bir güzele gönül vermişti. Ama bu aşk fazla uzun sürmeyecekti. Çünkü henüz hayal dünyasında savrulmaya yeni başlamış, gönlünün sultanını seyrederken o dişler geri dönmüştü. Herkes kaçışıyor, o dişlerden kurtulmaya çalışıyordu. Ama ne hacet ki o birini almadan asla pes etmezdi. Beyaz bülbül aniden yuvasına doğru kanatlandı. Yuvanın kapılarına adım atarken;
>>> Evet, işte kurtuluyorum.<<< diyordu ki kanatlarının kapandığını hissetti. Nefes dahi zor alıyordu. Arkadaşlarından ve komşularından uzaklaşırken son bakışlarını yaptı, gönlünün sultanına. Annesini, sultanını, arkadaşlarını düşünüyordu. Fakat artık her yer karanlıktı ve sürekli şiddetli bir sarsıntı içindeydi. Bir köşeden diğer köşeye savrulup duruyordu. Artık avlanacağını, kendisinin de sonunun geldiğini anlamıştı. Haykırıyordu. “Anne, Anne…, Bırakın beni, anne, anne…” Diye. Uzaktan işitiyordu annesinin sesini. “Yavrum, hayır bırakın, bırakın onu” diye haykırmaktaydı gözleri yaşla dolan annesi.
Bir süre sakinleşen karanlık, sonra tekrar şiddetlenmişti. Aradan hafif sızan ışık daha da parlak olmuştu. Fazla sürmeden karanlığa tekrar gömülen bülbül, yanında birinin daha olduğunu fark etti. “Neydi o, kimdi. Dokunmaya bile korkuyordu. Şiddetlenen sarsıntılarda ona dokunmamak imkânsızdı. Var gücüyle bir yere tutunmaya çalışıyordu. Hafif ışıkların girdiği o pencerelerden artık ışık çok az ve koyu halde geliyordu. Hiçbir şey göremeyen beyaz bülbül bir an titrediğini, üşüdüğünü hissetti.Çünkü ışığın sızdığı aralardan oldukça sert soğuk geliyordu.  Dışarıdan birden fazlasıyla ses işitince, ne olduklarını anlamaya çalıştı. Fakat kendileri gibi konuşmuyorlardı. Anlamıyordu onları. Şiddetli sarsıntılar tekrar başladı. Korku tamamen kaplamıştı bedenini. Birden ışığın tam ortasında buldu kendisini. Kamaşan gözleri hafifçe açılınca; demir parmaklıklarla kaplanmış bir evin içinde, yanında da biriyle olduğunu gördü. Neresiydi burası, anlamaya çalışıyordu.  Arkadaşına baktı. O da diğer arkadaşları ve komşuları gibi ondan farklıydı. Beyaz bülbül hafif bir sesle;
>>> Neresi burası, Neredeyiz?<<< diye arkadaşına sordu. Arkadaşı zebra ve siyah tüylüydü. Henüz Beyaz bülbülün yaşında olmasına rağmen onun kadar gelişmemişti. Işıklar sönüp, etrafı karanlığa büründüğünde, Beyaz bülbül ve arkadaşı koyu bir muhabbete dalmışlardı. O kadar derin ve uzun bir sohbet  yapıyorlardı ki bir birlerinin her şeylerini en ince ayrıntısına kadar öğrenmişlerdi. Tabi Beyaz bülbül’ün gönlünde ki sultanı da. Sabah olduğunda bulundukları yeri, hafif sarsıntılarla terk ediyorlardı. Yeşilleri, ağaçları, insanları, doğayı, diğer cinslerini ilk kez bugün görüyordular. Beyaz bülbül kendisiyle konuşmaya çalışan, ince sesli, kibar ve nazik bakışlı güzelin kim olduğunu ve ne dediğini anlamaya çalışıyordu. Bunun avcı olabileceğine inanmıyordu. Çünkü o kadar merhametli ve sevecen bakışları vardı ki onun kesin avcı olmadığına kanaat getirmişti. Uzun bir yolculuktan sonra bir yere gelmişlerdi. Bir gurup onlara bakıyor, aralarında konuşuyorlardı. Ama hala ne dediklerini anlayamıyordu.
Günler geçti ve beyaz bülbülle arkadaşı bir birlerine iyice alıştılar. Çok iyi dost olmuşlardı. Beyaz bülbülün adı artık beyaz bülbül değildi. Çünkü sahibi ona “Cim” diye hitap ediyordu. Beyaz bülbül Cim, arkadaşından daha atik ve hareketliydi. Sürekli onunla ilgilenenin sahibi olduğunu artık anlamıştı.  Onun konuşmasından zevk alan Cim artık sahibinin ne dediklerini yavaş yavaş anlamaya başlamıştı. Sabahları sahibini, güzel sesiyle öterek ve şarkı söyleyerek uyandırıyordu. Sahibi evden gidince hiç konuşmuyor, gelince sevinçten şarkılar, şiirler söylüyordu. Arkadaşı da artık alışmıştı ve Cim kadar olmuştu. O da sahibiyle oynamaktan, konuşmaktan zevk alıyordu. Sahibi onların hayatlarını, özelliklerini usanmadan ve yorulmadan defalarca anlatıyordu.
Bir gün Sahip gün boyunca; “Size yarın sürprizim var” diye tekrarlayıp duruyordu. Cim de heyecanla;”Nedir, nedir?” diye karşılık veriyordu.  Ertesi gün bir sesler duyuldu. Birkaç ses. Onların dilinden konuşuyordular. Cim hemen kafesin tepesine atlayıp gözetlemeye başladı. Büyük ve şık bir ev içinde iki güzel kız bulunuyordu. Oldukça havalı ve nazlıydılar. Birden Cim heyecanlı bir şekilde;
>>>Aa, yeni arkadaşlar gelmiş. Selam kızlar nasılsınız? <<<  diye tekrarlıyordu. Arkadaşı da aynıydı. Fakat daha hırçın ve artist bir hal takınmaya başlamıştı. Sahibi kapıları açınca önce Cim atıldı içeriye, sonra da arkadaşı.
***
                Kafese girince Cim’in arkadaşı aniden değişip Cim’e saldırdı. Cim neye uğradığını şaşırdı. Dostluk bozulmuştu. Güzel hanımların ikisi de arkadaşlarıyla ilgileniyordu. Bir zaman sonra  kibar bakışlı güzel, Cim’le ilgilenmeye başladı. Fakat Cim‘in arkadaşı bu olaya oldukça sinirlenip, birle yetinmedi. Cim’i küçümsemeye, aşağılayıp dalga geçmeye başladı. Cim’in kendinden farklı olduğunu, erkeklik bakımından henüz çok acemi olduğunu ve hatta konuşmayı bile düzgün beceremediğini söylüyordu. Bu dil uzatmalarına karşın Cim susuyor, hanımlarda gülüp;
’’Ah öyle mi" diye, alaycı tavırlar sergiliyorlardı.
Günler geçiyor ve bir akşam, bir gündüz akıp gidiyordu. Cim ve arkadaşlarının sahibi eskisi kadar onlarla konuşmuyordu. Her gün yeni bir şeyler oluyor ve sürekli bakım yapıyordu. Özel gıdalar, süsler, yuvalar, küvetler derken olabildiğince süslüyordu kaldıkları mekânı. Cim mutsuzdu ve ailesiyle ilk aşkını özlüyordu. Sahibinin ilgisiz oluşu onun canını fazlasıyla sıkıyordu. Fakat arkadaşları Cim’le sıradanlaşan muhabbetler kurmuşlardı. Artık eskisi gibi kavga, aşağılama söz konusu değildi. İnce kaburgalı hanıma, sahibi "Cime" diyordu. Onlar sahibi için Cim Cimeydiler. Diğer çift ise Edi ile Büdüydü. Sürekli tartışma içindeydiler. Son zamanlarda Cim, kendini yalnız hissettiğinden hırçınlaşmıştı. Sürekli diğerlerine çatıyor ve kavga çıkarıyordu.  Onun bu hırçınlığını sadece, çifti olan Cime olgunlukla karşılıyordu. Karanlık üstlerine çöktüğünde Cim ve Cime birbirlerine kenetlenip beraberce uykuya dalarlardı.
Cim ile Cime ve Edi ile Büdü birbirlerine alışalı uzun zaman olmuştu. Sahibi her gün onlarla muhabbet ediyordu ve onlara özel ilgi göstermeye başlamıştı. Onlar da, onun gelişini iple çekiyor, şiirlerle, şarkılarla kutluyorlardı. O kadar mutlu bir hayatın içindeydiler ki ışık oluncaya dek hepsi derin bir uykuya dalmıştı.

Değerlendirme: 5.0/1
Sayaç: 1367 | Ekleyen: jungnet | Etiket: Weiße Cim - Beyaz Cim, Fabl, beyaz cim, weisse Cim, Tieger Geschichte
Toplam Görüş: 0
avatar