Romalaşan Türkiye

Ein Atikel über die Türkei heute. 
Postmodernizm’in egemenliği altında farklılaşan ve küreselleşip, buzullaşma gayretine giren dünyamızda yeryüzünün en önemli coğrafyasına hükmeden bir medeniyetten, döneminin en ihtişamlı, şatafatlı ve görkemli medeniyeti olan Roma’ya doğru yol alıyoruz. Binlerce yıl önceye doğru uzanan esrarlı yolculuk artık başlamış bulunuyor. İnsanlığın, tabiatın ve çağın esrarları, gizemleri ve acımasızlıkları gün yüzüne çıkmaya başlıyor.

Postmodernizm’in egemenliği altında farklılaşan ve küreselleşip, buzullaşma gayretine giren dünyamızda yeryüzünün en önemli coğrafyasına hükmeden bir medeniyetten, döneminin en ihtişamlı, şatafatlı ve görkemli medeniyeti olan Roma’ya doğru yol alıyoruz. Binlerce yıl önceye doğru uzanan esrarlı yolculuk artık başlamış bulunuyor. İnsanlığın, tabiatın ve çağın esrarları, gizemleri ve acımasızlıkları gün yüzüne çıkmaya başlıyor.
Tarih Milattan önce ilk yüzyılın yarısı ve İmparator Jül Sezar’ın iktidara gelişinden birkaç sene evvel, Türklerin Anadolu topraklarını henüz yurt edinmediği dönemlerdi. Akdeniz’in eşsiz ve görkemli tabiatında hükümdarlığını kurmuş olan Roma Medeniyeti Cumhuriyetle yönetilmeye devam ediyordu. Kölelerin isyanları sonucu farklı bir Roma doğmaya başlamıştı. Köle isyanlarının en büyük ve en etkili olanı Spartaküs’ün ayaklanmasıyla başlamış ve Roma’ya uzun yıllar çok büyük sıkıntılar çektirmişti. Evvelinde ki köleliğin yayılması ve Roma’nın köle ticaretini ilerletmesi, yerli köylü halkın da borç batağına girmesine sebep oldu. Köleler belli zamanlarda ayaklanıyor, hatta bazıları ciddi tehditler oluşturacak şekilde büyüyordu. Yıllar birbirini kovalarken, Roma’da kendi mezarını kazıyordu.
Dış güçlerin baskısı, içte köle ve köylülerin ağır borçlar altında kıvranmaları, sonsuz ve bucaksız görünen Roma medeniyetinin ilk parçalanış tohumlarını atmaktaydı. Bir devlet, bir medeniyet için çok da uzun sayılmayacak zaman dilimi içerisinde beklenen oldu. Bir insan ömrü için uzun fakat medeniyet yahut devlet için çok kısa bir zaman sonra Roma, doğu ve batı Roma olmak üzere ikiye ayrıldı. Aynı köken ve aynı soydan olup, Hıristiyanlığın yayılımı sonrasında farklı görüşlerin çıkması, Roma halkını da değiştirmiş ve çatışma ortamının boy göstermesine sebebiyet vermişti. Aşırı dindarlığın olmasını savunan, fakat aslında dini tamamen kendi menfaatleri doğrultusunda kullanan Vatikan kilisesi Katoliklik adı altında farklı bir mecra oluştururken, Kilise rahiplerinin dini kendi menfaatlerine kullanmasına daha çok karşı çıkan bir grubun Ortodoksluk adı altında ki mecraya ayrılması kaçınılmaz oldu.  Kölelik dönemi Roma Medeniyeti gelecek vaat etmek yahut refahı yükseltmek yerine farklı bir politika ve acımasızca uygulanacak olan kanunların esiri olmaya başlamıştı.  
Saray entrikaları, faili meçhul cinayetler ve ardı arkası gelmeyen köle isyanları Roma’yı acımasız bir karara sürükledi. Spartaküs isyanından sonra Roma tarihte benzeri görülmemiş köle katliamına, köle ıslahına başvurdu.
 Sonu sürekli hüsran ve dramla biten yıllar ardı ardına Roma Medeniyetini sona doğru sürükledi. Soylu sınıfı, halk zümresi ve köleler olmak üzere farklı bir hale bürünen Roma’da hayat artık çok farklı bir hal almıştı. Kanunlar oldukça ağır ve her an herkesi köle olmakla karşı karşıya bırakıyordu. Devlet askeri yapısının olmadığı, bütün gider ve maddiyatın soylu zenginler tarafından karşılandığı bir Roma medeniyeti varlığını sürdürmeye çalışıyordu. İç savaşların devam ettiği, ticaret ve alışverişin güvenli olmadığı bir yaşam söz konusu olmuştu. Soylu sınıf, iktidarı ve devletin bütün kontrolünü elinde bulunduruyordu. Dönemin İmparatoru Jül Sezar dahi çıkarılmış o denli ağır yasalardan korkmuş ve borçları nedeniyle köleleştirileceğinden korkmuştu. Yasalar borçlarını ödemeyen herkesin köle olmasına izin veriyordu. Halk aç ve refah artık çok düşüktü. İmparator Jül Sezar dahi bir zaman sonra borçları yüzünden Roma’ya dönememiş ve uzun yıllar seferlerde, özellikle Mısır ve güney bölgelerinde kalmıştı. Soylu burjuva sınıfı iktidarlığının devamı için acımasız, insanlık dışı yollara başvuruyordu. Halk artık umutsuz ve kaygısızdı, lakin güç ve hareket yine halkın elindeydi. Bir ayaklanma tüm soylu sınıfı yok etmeye yetebilirdi. Soylu burjuva kesimi ve onların ayakçı takımları olağanüstü bir sistem ve yöntemler kurmayı başarmış, hayatlarının sonuna kadar refah, mutluluk,  zenginlik ve şatafat içerisinde yaşayabilmeyi başarmıştı. Bu dönemde İmparatorlar, Soylu kesimleri ve Valiler halkın gücünü ellerinde tutma yolunu bulmuşlardı. Arena ve Gladyatör dövüşleri oldukça meşhur ve ilgi çekenler arasında yer alıyordu. Halkın uyutulmaya, arenalarda oyunlarla oyalanmaya başlandığı dönemde, sömürü ve bencilce yapılan eylemler görülmez bir hale dönüşmüştü.  İktidarın refahı ve rahatı için halka belli zamanlarda yakacak ve giyecek ve yiyecek yardımları yapılıyor, nutuk edalarıyla güç gösterileri bazında bağlılık, onur ve şeref gibi kelimeler halkı büyüleyip kandırmaya yetiyordu. İlim ve bilim önemli bir halde gösteriliyor, lakin gerekli hiçbir bilgi ve bilim halka arz edilmiyordu. Özgürlüğün elde edilebilmesini sağlayacak hiçbir gerekli bilgi, ders ve eğitim halka verilmiyordu.  Oyalama, kandırma, sömürme ve göz boyama yöntemiyle yıllarca soylular hayatlarını devam ettirdi. Zenginler daha zengin oluyor, fakirler ise açlık ve sefaletten ölümün pençesine düşüyordu. Halk umutsuz, bitap ve yorgun halde bırakılmıştı. Dönemin eserleri, sanatı ve edebiyatı genel olarak soylu sınıfın etkisinde ve şatafat, zarafet üzerine olmasına rağmen, halk arasında ki sürekli bir kurtarıcının gelme hayali sonsuza dek varlığını koruyordu. Sadece ekmeğini ve yakacak gibi bazı ihtiyaçlarını devletin verdiği halk artık oyunlarla oyalanmak, zaman harcamak ve hiçbir şey düşünmek istemeden hayatını sürdürmeye çalışıyordu.
Modern zamanın dış güçleri ve iç çatışmalarının en etkin görüldüğü orta doğu ve kıyısında yer alan Türkiye’nin ise durumu pek iç açıcı görünmemektedir.  Roma gibi aynı yolda yürümeye gayret ettiğini gören kişilerin az olmasına karşın, yıllar sonra ancak fark edilebileceği de maalesef acı gerçekler arasındadır. Artık herkesin üniversiteli olması sağlanmakta, sürekli kendimizi geliştirmemiz konusunda baskılar yapılmakta. Lakin İlköğretimde köleleştirilip, lisede tamamen düşünme yeteneğinin ortadan kaldırıldığı ve Üniversitelerde oyalama sonrasında ise yıldırma üzerine kurulmuş bir eğitim sistemiyle ilim, bilim gerçeklikten çok uzak bir haldedir. İş oranının her geçen gün düşmesi, KPSS, ÖSS, ALES, KPDS gibi uçsuz, bucaksız sınavlarla sürekli öğrenciler oyalanmakta ve yıldırılmaya çalışılmaktadır. İktidarın maşası ve kumanda paneli haline gelen eğitim kurumlarımız artık yönetimi alan kişi ve kişilerin istedikleri yönde ilerleme gayreti içerisindedir. Hangi birim iktidara gelirse, o birim eğitim kurumunda yenilikler adına tonlarca değişim, baskı ve etkileşim yaptırmakta. Kendi görüşlerine uygun kişileri yönetime getirme ve yetiştirilecek öğrencilere ise yaşam, düşünme ve üretim haricinde sadece iktidara nasıl katkı sağlayabilir, nasıl daha iyi bir köle olabilir, bunların eğitimi verilmektedir. Ders isimleri ve müfredat sistemleri ile oldukça verimli olduğu görünen fakat öğretmen ve öğretim yöntemleri olarak tamamen farklı ve gereksiz bir eğitim öğretim anlayışı hâkim durumdadır. İktidar yahut iktidarı ele alma çabasındaki diğer birimlerin gayeleri kendi refahlarını kurtarmak ve soylu bir hayat yaşamaktır. Bu amaç uğruna halka sonsuz vaatler verilmekte, lakin bunlardan sadece halkın oyunu almak için faydalı olanlar hayata geçirilmektedir. Halkın özgürlüğüne ve düşünmesine sebebiyet verecek her türlü etken, ortam, kişi ve kurum engellenmekte ve hatta ortadan kaldırılması dahi söz konusu olabilmektedir.
Oy adına ve kandırmaca yarışmasında Roma medeniyetinde olduğu gibi eylemler yapılmaktadır. Günümüz dünyasına uygun olarak medeni gösterilen ve modern uygulamalar aslında Roma döneminde ki eylem ve uygulamalara çok yakından benzerlik göstermektedir. Roma döneminde halka ekmek, yakacak ve bazı ihtiyaçları onların desteğini almak maksatlı dağıtılırken, günümüzde de hangi birim olursa olsun aynı eylemi, aynı yolu tercih etmektedir. Yakacak, giyecek, elektronik eşya yardımlarının ardı arkası kesilmezken, bazı birimlerin satılması, kişilerin borçlandırılarak tamamen birilerinin kölesi haline getirilmesi artık söz konusudur. Zengin ve soylu entel adı altında ki belli kesimler, artık sömürü imparatorluğu kurmaya başlamıştır. Belli kesim tüm gücü ve yönetimi elinde tutuyor, halk ise ezilip, sömürülmeye devam ediyor. Roma döneminde bir takım köle isyanlarının olduğu gibi, günümüz Türkiye’sinde de bu bazen eylemsel tepkilere dönüşmektedir. Taksim meydanı olayları, 1 Mayıs, Gezi parkı gibi onlarca eylem aslında halkın özgürlük adını kullandığı fakat özgürlükten öte refah ve rahatın arzusuydu. Özgür olduklarını savunan bazı zengin ve güç sahibi kişiler ise bu halktan kesimin aslında borçlanıp, köle olma konusunda özgür olduklarını kast ediyor olmalıydılar.  Arena ve Gladyatör dövüşleriyle zaman öldüren Roma halkı daima bir kurtarıcı beklemekte, huzurun, refah, güven ve özgürlüğün hayalini kurmaktaydı. Günümüz dünyasında ki baskı, sömürü ve acımasızlığın kıskacında kıvranan insanlık Türkiye’de ki sistem ve yönetme durumunun baskısı altında pek de farklı bir yaşam sürmemektedir. Arenalar yerini stadyum, konser, parti ve mitinglere, Gladyatör gibi oyunlar ise yerini Futbol, dans, yarışma vb. oyunlara bıraktı. Roma döneminde soylular, Vali, Kilise, Komutan gibi önemli noktalardaki kişiler aracıyla halkı borçlandırmakta, kandırmakta ve sömürmekteyken, bu eylem günümüzde ise farklı birimler üzerinden aynı taktikte devam etmektedir. Soyluların yerini zengin, okumuş ve akil insanlar diye adlandırılan kesim almış durumdadır. Bu kesim bankalar, ilahiyat, polis, eğitim ve dernekler aracılığıyla amaçlarını gerçekleştirmektedir. Din adamı, öğretmen, sanatçı, film artisti, gazeteci, yazar gibi kişiliklerden faydalanarak sömürü ve oyalama taktiğine devam etmektedir. Herkesin bankalara borçlu olduğu bir dönem yaşamaktayız. Kredi kartı mağduru olmayan bir tek kişi görmek artık olanaksız oldu. Derneklerin insanları kandırıp, boş ve yersiz işlerle meşgul etmesi, halkı oyalayıp maddi ve zamansal olarak sömürmesi ise göze çarpan durumlardan birisi. Film yıldızları, sanatçılar, din adamları ve edebiyatçılar, içlerinde öğretmen ve doktorların bile olduğu halkın zümresine ait kişiler dahi günümüz soyluları olarak tabir ettiğimiz kişilere hizmet etmeye devam ediyor. Hizmetlerinden oldukça memnun olan, hatta kendi hak, hukuk ve geleceklerini daha bu okumuş, akil, zengin diye farklı kesimler olarak tanımlanan kişilere vermekten de çekinmiyor.
Geçici huzur, refah yahut özgürlük için içerisinde kendisinin de bulunduğu halkın ezilmesine, sömürülmesine ve acımasızca aşağılanıp yalnız bırakılmasına dahi göz yummaktadır. Bazı kişiler ise Roma döneminde kilisenin keyfi ve kendi menfaatleri için ailelerin çocuklarını aldığı ve ailelerinde buna gönüllü razı olduğu gibi bugünde bu kişiler kendi çocuklarının bile bu uğurda yok olmasına razı olmakta ve göz yumabilmektedirler. Karşıt görüşlü olduğu kişi, kurum ve birimlere tamamen düşmanlık besleyen, kendi görüşüne uygun birimdeki kişilerin yaptığı hiçbir hata ve yolsuzluğu görmeyip, diğer birimlerde ki kişilerin en küçük hata ve kabahatlerini ise gözünde büyütmekte ve tam olarak her yoldan yanlış olduğunu vurgulamaktan kaçınmamaktadır.
Türkiye’nin hali hazırda ki durumu ortadadır. ‘’Çözüm, bu süreçte yapılacaklar nelerdir?’’ sorusuna cevap verilecek olursa çözüm; içerisinde yer alan kişilerin tamamen tarafsız,  bilge, âlim ve anlayışlı kişilerden oluştuğu bir toplumun birimleri, yönetimi ve tüm gelecek nesil yollarını kontrol etmesi, halkın tarafsız, özgür ve gerçek anlamda eğitilmesi gerekmesidir. Bu süreçte yapılacak iş ise her birimin, bireyin ve alanın baştan inşa edilmesidir.  Ayrıca özgür, çağdaş ve medeni bir devlet anlayışında ilgili birimin hükümetle doğrudan bir bağının bulunmaması ve tamamen ayrı olması gerekmektedir. Bu birimler Okul, dershane, üniversite gibi eğitim birimleri, askeriye, polis gibi güvenlik birimleri, diyanet, patrikhane gibi din işleri birimleridir. Bahsi geçen birimlerin tamamen tarafsız ve bağımsız denecek kadar özgür olması gerekmektedir ki gelecek yönetim eğitime, güvenliğe ve dine müdahale edemesin ve kendi menfaatleri uğruna bu birimleri kullanamasın. Devletin yanlış politikaları, günümüzde yaygınlaşan modern köleliğe karşı halkın tepkisi ise sokaklara çıkmak, devlet mal ve hizmetlerine zarar vermek asla olmamalıdır. Anarşi, terör ve şiddet daima huzursuzluğun, mutsuzluğun ve sonunda ise pişmanlık getiren bir çaresizliğin tohumlarını eker.
 
Anlayış denen olgu, haksızlığa asla boyun eğmek ya da susmak demek değildir ve olmamalıdır.
Mevlüt Baki Tapan

Kaynakça

Süleyman Şahintürk, Spartaküs, Anonim yayıncılık, 2010. / Yavuz O. Türker, Jül Sezar, Anonim Yayıncılık, 2010.
Değerlendirme: 5.0/3
Sayaç: 1627/610 | Ekleyen: jungnet | Etiket: die turkei, die Räumäschen wird, Romalaşan Türkiye, Romalaşma, Roma Reich
Toplam Görüş: 0
avatar