17:11
Wir fliegen jedoch nicht fliegen - Uçuyoruz da uçamıyoruz.
Semra ..., Abdurrahman Hoca, Erdal Başkan,

Cuma günü Sabiha Gökçenden havalanacak olan uçağımız saat 17.00’da hareket edecekti ve bizim en bir saat önceden orada olmamız gerekliydi. Saat 3.45’de çıktığımız yolda yeni sürprizler bizi bekliyordu. Servisle gidiyorduk ve bir anda radyo açıldı ve kanal Trafik haberleri veren bir radyo kanlıydı. Hafta sonu, Bayram hazırlığı ve iş yerlerinin kapanma ve personelin dağılma saatiydi. İstanbul ilk etapta aynı görüntüleri sergiliyor bilindik trafik işkencesi belirginleşiyordu. Fakat bu kez biraz farklıydı ve her geçen saniye trafik daha da karmaşıklaşıyor hızımız biraz daha düşüyordu. Buna paralel zamanda hızla daralıyor saat 17.00’ye biraz daha yaklaşıyordu.
Bu olaylar yaşanırken Abdurrahman hocam ise daha çok telaşa kapılıyor ve stres basmaya başlıyordu. Abdurrahman hocamın öncülüğünde bizim stres ve uçağı kaçırma korkumuz Şoförü bir hayli kasmıştı. Bu durum biraz daha ilerde onu panikleşmesine sebep olacaktı. 
          Saatler 16.50 ve hala yoldayız. Trafiğinin biraz rahatlamasıyla hız alan şoför baskı ve kasılmanın etkisiyle panikledi ve bir anda sağ şeride, hava alanına doğru giden yoldan farklı bir yöne doğru giden yola saptı. Olan olmuş muydu? Erdal başkanımız dur! Yanlış yol değil mi diğerinden gitmemiz gerekliydi diye bir anda tatlı ve sakin bir tepki verdi. Şoför ani bir frenle geriye gelip doğru yola geçmişti fakat dakikaların değil artık saniyelerin hesaplandı andı ve onlarca saniye kaybımız olmuştu.
Saat tam 16:55, ve araç yolcu girişine ani bir giriş yaptı. Kapıların açılmasıyla bizim vezneye varmamız bir oldu. Kontrolden geçmek bir zulümdü ve geçmek bilmiyordu. Geçiş ardından vezne Erzurum check-in bitti diyor hak diyordu. Fakat bir şey vardı ki kurtarıcımız oldu. Önceden Semra ve ben her kesin girişini internetten yapıştık bunu duyan görevli sarıldı telsize uçağın Pilotuna seslenmeye başladı.
         Ve işte maceranın en büyüyü ve komedi anları başlıyor…
Gişeden başlayan koşturmaca bir anda panik, heyecan, korku ve stresi getirdi. Bunun sonralarında gelecek olan yorgunluk tamamen bitap düşürecek ve nokta koymamıza zorlayacaktı.
Herkes anlaşmış gibi aklından bir şeyi geçiriyordu; “Uçuyoruz ya da Uçamıyoruz!”.
Hız, güç ve sabır çok önemliydi çünkü görevli bağırıyordu.
__”uçak kapısı kapandı sizin için tekrar açıldı ve son saniyeler. Geciken kalacaktır.”
Öğle bir hız vardı ki en önden yol alıyordum. Kuyruklar ve kontrol yerleri insanı adeta felç ediyordu. Kimisi kemerini, kimisi, yükünü, kimisi çantasını kimisi ise şaşırıyor ve kendini bile bazen unutuyordu. Son dakika içerisinde saniyeler kalmıştı ve saat 17.00’dı. Saniyeler günler gibi gelmiş yol bitmiyor güç ise tükeniyordu. Son durak yaklaşmış kapıya giriş için son bir kaç adım kalmıştı. Erdal ve Abdurahman hocam adımlarını atmışları ama hala arkada diğerleri vardı. Bir kaç adım kala takatim bitti. Ateş gibiydim, alev almış yanıyordum. Adımlarım o kadar yavaşlamıştı ki hareket kabiliyetim neredeyse yok olacaktı. Son andı kapı kapanmaya hazırlanıyordu. Arkamda sadece 2 kişi vardı(yunus ve Semra) 
Kendimi zor atmıştım içeriye. Semra son girişini kapıdan değil kapı aralığından yapmıştı. Kapının kapatılmasıyla uçağın hareket etmesi ani olmuştu. Bagajımızın olmaması büyük bir mucizeydi. 
Uçak havalanmış ve bu satırları kaleme ancak o anda alabiliyordum. 
"Wir fliegen jedoch nicht fliegen - Uçuyoruz da uçamıyoruz." başlıklı bu blog yazısı, "28.10.2012" tarihinde "Istanbul Sabiha Gögçen Havalimani" konumunda yazıldı. Bu blog yazısı yazılırken hava durumu dereceydi ve döviz kuru da şeklindeydi.
Yazım günü gelişen olaylar: ""
Kategori: Türkiye Anıları | Okunma: 1404 | Ekleyen: jungnet | Etiket: Uçuyoruz da uçamıyoruz, Wir fliegen jedoch nicht fliegen, Sabiha Gökcen Flughafen, Istanbul Erinnerungen | Değerlendirme: 5.0/1
Toplam Görüş: 0
avatar