2013 hatte ich eine Freundin. Ich liebte sie sehr viel. Ich habe diese Geschichte für sie abgefasst. Aber dann haben wir verlassen.
Bir varmış bir yokmuş,
Ay ışının altında yine toplanmıştı genç çocuklar. Bilge Hatun ağır adımlarla yaklaşmaktaydı onlara doğru. Ateş henüz yakılmıştı ve tüm çocuklar etrafına toplanmıştı. Bilge hatun ceviz ağacının altına bağdaş kurup oturdu. Derin bir nefes alıp, “Ee… Genç çocuklarım, söyleyin bakayım. Size bugün ne anlatayım?” diye her zaman ki sualini yöneltti. Genç çocuklardan mırıltılar, uğultular başlamıştı. Aralarından birisi elini kaldırıp, “Bilge Hatun, bize aşk acısını anlatır mısın? Sevda çekenlerin acısı büyük olur denilmekte, bu doğru mu?” diye sordu. Bilge hatun, hımıladı, homurdandı ama kaçışın olmadığını anlayınca derin bir nefes daha aldı. “Bakın çocuklar.” Diye söze başladı fakat ardından bir süre duraksayıp, tekrar “dinleyin” diye seslendi. “Aslında ben değil de Bilge dedenizin bana yıllar önce anlattığını anlatayım size” diye sözü netleştirdi. “
“Gökyüzü karanlık olsa bile görebiliyorum. Çünkü o kadar çok ışık var ki bu şehirde. Kimi turuncu kimi beyaz yanıyor ama görevleri aynı. Yeryüzünü ışıtmak ve hatta gökyüzünü. Hem burda ne kadar da çok ev var. Her yerde evler. Büyük, küçük, eski, yeni...” diye mırıldanıyordu içinden küçük Leyla. Daha 7 yaşındaydı bu koca şehre ayak bastığında. Babası “Taşınıyoruz artık” dediğinden beri kıpır kıpırdı içi. İstanbul’da okuyacaktı. Tabi abisi Talha’da... Babaları, bir akrabaları sayesinde iş bulmuştu İstanbul’da. “Artık çok paramız ve herkesin bir odasının olacağı büyük bir evimiz olacak.” demişti babaları. Anne Nurdan Hanım başta üzülmüştü köyünden, komşularından ayrılmaya ama içten içe o da istiyordu bu koca sultan şehri görmeyi. Hep başkalarından duyarlardı, hele ki o sonradan görme komşuları Sevim hanım çok anlatırdı ; “Aman kardeş pek bi kalabalık şehir, çoğu da sosyete ha! Biz de gezdik Taksim meydanı’nda, pek güzel artık her fırsatta gideceğiz. Eh size de fotoğraflarını getirdim içinizde kalmasın diye.” Güya nispet yapardı ama artık Nurdan Hanım İstanbul’da yaşayacaktı. İstanbul’daki evlerine vardıklarında saat öğlen 12 ydi. Cıvıl cıvıl bir mahalleydi. Eski yapı binaları ve taş sokakları vardı. Etrafta koşuşan, ellerinde şekerler olan ve hep gülen çocuklarda kaldı Leyla’nın aklı o gün. Evleri gerçekten de büyüktü. Artık Leyla ve Talha’nın odaları ayrıydı. Bir de yatak odası vardı. Mutfak, salon, balkon, banyo... Evin her şeyi dört dörtlüktü. Leyla’nın odasındaki pencere sokağa bakıyordu. Karşıda evler vardı. Talha ve anne-babasının odaları karşıkonulmaz deniz ve orman manzarasıyla süslüydü. Leyla biraz kıskanmıştı ama odasını çok sevmişti. Leyla ve Nurdan Hanım derhal ev işlerini yapmaya koyuldular. Talha ve Ahmet Bey eşyaları yerleştirdi. Neredeyse yatsı ezanı okunana kadar bütün işler bitmişti. Sabah kahvaltılarını yaptıktan sonra Talha ve Ahmet Bey okul işlerini ve diğer işleri halletmek için evden çıktılar. Leyla da annesiyle mahalleyi dolaştı, alışveriş yaptı. Eve geldiklerinde annesinden izin alıp dışarı, emsali çocukların yanına gitti. Gözüne ilk çarpan evlerinin hemen karşısında, kapı önünde yalnız başına oturan çocuk oldu. Yanına gitmek istedi ama biraz çekindi. Sonra bir kız yanaştı yanına ve “Merhaba, mahallemize hoş geldin. İsmim Sedef.” dedi. Leyle biraz çekingen bir tavırla “ Ben de Leyla” dedi. En kısa zamanda çok iyi arkadaş oldular. Hatta aynı sınıftaydılar. Bir gün Leyla, Sedefe o çocuğu sordu. Sedef ; “Hmm Tarık mı? Evet, iyi arkadaştır ama pek kimseyle konuşmaz. O da bu okulda, 3. sınıfa gidiyor. Tanıştırırım sizi.” dedi. Leyla ne kadar çekingense, Sedef de o kadar cıvıvl cıvıl ve aktif bir kızdı. Leyla haftasonunu sabırsızlıkla bekledi Tarıkla tanışmak için. Artık mahalleye de, okula da ve hatta İstanbula da alışmıştı. Abisi de öyle. Abisi 5. sınıftaydı o yüzden pek uyum sorunu çekmemişti. Sıcak bir haftasonu tanıştı Leyla Tarık’la. Ve çok sevdiler birbirlerini. Tarık sessiz ama çok cana yakın bir çocuktu. Ayrılmaz üçlü olmuştu Leyla, Sedef ve Tarık... Yıllar geçiyordu. Leyla büyümüştü. Çok güzel ve çok zeki bir kızdı. 5. sınıfa gidiyorlardı, Tarık ise 7. sınıftaydı. Ama hiç ayrılmıyorlardı. Zaten Leyla’nın odasındaki pencere Tarıkların dairesine hatta Tarığın odasına bakıyordu. Leyla gizliden onu izliyordu akşamları. Tarık uzun boylu, kumral saçlı, buğday tenli, yakışıklı bir çocuktu. Leyla kaçınılmaz bir duyguyla bakardı onun gözlerine... Talha ise hiç Leyla gibi değildi. 17 sine gelmesine rağmen serseri gibi davranıyor, derslerine çalışmıyordu. Ailesini çok üzüyordu. Nurdan hanım ve Ahmet bey’in tek güvenceleri Leyla olmuştu. Eğitimini tamamlamasını, iyi bir öğretmen olmasını çok ama çok ümit ediyorlardı. Yıllar çok çabuk geçiyordu İstanbul’un eşsiz manzarasında. Leyla 17 sinde genç, alımlı ve çok güzel bir kız olmuştu. Abisi askere daha yeni gitmişti. Leyla ve Sedef lise sonuncu sınıftaydılar. Üniversite sınavına hazırlanıyorlardı. Tarık ise iki yıl boyunca istediği bölümü kazanamamıştı ve Leyla larla bir kez daha sınava girecekti. Yağmurlu bir gündü. Leyla, Sedef’ten ders notları almaya gidiyordu. Sedefler birkaç hafta önce bir alt sokağa taşınmıştı. Tarık Leylayı takip edip, dönüş yolunda yolunu kesti genç kızın. Biraz konuştular ve yağmurda onu tuttuğu için biraz sitem etti Leyla. Gülüştüler. Bir an bir duraksama oldu. Tarık gözlerini Leyla’nın badem gözlerine dikti; “İçimde bir şeyler kıpırdıyor seni görünce, kendimi senden uzakta tutamıyorum.” dedi. Leyla gözlerini kırpıştırdı, tebessüm etti. Pembeleşmiş yanaklarında gamzeleri belirdi ve; “Tutma öyleyse!” diyebildi. Tarık, Leyla’nın bembeyaz ıslak ellerini tuttu ve bir saçaklığın altına çekti. Dudaklarını öpmeye başladı. Leyla bunu beklemiyordu. Önce itmek istedi yakışıklı genci ama beceremedi ve karşılık verdi masumca...
Sınav günü hepsi birbirinden heyecanlıydı. Nurdan hanım ve Ahmet Bey kızlarını yalnız bırakmadılar o gün. Sınav bitti. Leyla’nın, Sedef’in ve Tarık’ın üzerinden koca bir yük kalkmıştı sanki. Ve Leyla artık daha sık görüşebilirdi Tarıkla. Ders çalışmasına gerek yoktu bir kaç ay.
Eve döndüklerinde hepsini ayrı bir keder bekliyordu. Tarık evden gelen bağrışmaları duydu, telaşla Leyla’nın gözlerine baktı ve koşar adımlarla eve çıktı. Anne ve babası büyük bir kavgadalardı ve hatta boşanmanın eşiğinde. Tarık’ın babası aldatmıştı annesini. Eşyalarını toplayıp çıktı evden. Tarık öylece bakakaldı ardından. Babası bir daha hiç dönmedi, hiç haber alınmadı ondan. Tarık artık bir nevi yalnız yaşıyordu o koca dairede. Annesi bazen hiç ilgilenmiyordu onunla. Tamamen bambaşka bir kadın olmuştu. O günün ikinci kötü haberini ise Leylaların evinin önünde duran askerler verdi. Talha şehit olmuştu... Aile yıkılmıştı... Nurdan hanımın yaşlı kalbi ve Ahmet beyin yorgun bedeni çok ıstırap çekti. Leyla ne yapacağını şaşırdı. Tek kardeşi, canı, kanı, ağabeyi artık yoktu. Ölümün soğuk nefesi evlerinden geçmişti. Nurdan hanım, Talha’nın odasında yatıyordu. Oğlunun resimleriyle uyuyordu. Evin bütün işi Leyla ya kalmıştı o yaz. Tarığa vakit ayıramıyordu. Biliyordu o da yalnızdı ama gidemiyordu yanına. Sadece pencereden bakabiliyorlardı birbirlerine. O da korka korka... Komşulara yakalanma korkusu vardı o tertemiz yüreklerinde. Bir sabah neşeyle uyandı Leyla, kahvaltıyı hazırladı. Mis gibi taze çay ve kızarmış ekmek kokusu yayıldı bütün mutfağa. Tarığa da götürdü ekmeklerden. Boynuna sarıldı ve geri döndü eve... Önce babasını uyandırdı ve sonra abisinin odasına gitti Nurdan hanımı uyandırmaya. Bir kaç kez seslendi annesine perdeleri açarken ama ses gelmedi. Öperek uyandırmayı denemek istedi ama tiz bir çığlık yankılandı her yerde. Nurdan hanım acılarına yenik düşüp intihar etmişti. Oğlunun hasretine dayanamayıp öldürmüştü kendini... Bunu nasıl yaptı diye düşündü Leyla haftalarca hatta bencillik gibi gördü. Tamam oğlu ölmüştü ama hayatta olan bir kızı vardı... “Nasıl bıraktı beni ve babamı” dedi her gün kendi kendine. Artık Leyla da annesizdi, Tarık gibi... Çünkü Tarığın annesi bir başka adamla evlenmişti. İkisi de bu kısa zamanda olanları yediremeyecek kadar gençti. Ama kader diyorlardı, boyun eğiyorlardı... O yıl Leyla İstanbul Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünü kazanmıştı. Aslında buna hem sevinip hem üzülüyordu. Seviniyordu çünkü anne ve babasının hayalleri gerçek olacaktı. Üzülüyordu çünkü artık hem annesi yoktu hem de Tarık okumak istemiyordu. Zaten maddi bir geliri de yoktu, çalışmak zorundaydı kendine bakabilmek için. Leyla çok zayıflamıştı çünkü hem okulu hem ev işlerini bir arada götürenmiyordu. Babası yaşlandığı için pek yardım edemiyordu ona. Sadece bazen bir kaç kap yemek yapıyordu. Ama Leyla her şeye rağmen başarılı bir öğrenciydi ve aynı zamanda küçük bir ev hanımı... Tarıkla sık sık okulun yakınlarındaki kafelerde buluşuyordu. Sürekli derleşiyorlardı. Tarık ; “İyi ki varsın ve yanımdasın gece güzelim.” diyordu Leyla ya. Ellerini sımsıkı tutup yeniden yeşillenen hayatlarına renk katıyorlardı. Birbirlerini çok seviyorlardı. Bir gece Tarık Leyla ya telefon açtı “Bu gece 11 de yanıma gel...” deyip kapadı. Şaşırdı genç kız ne olabilir diye düşündü ama ne olursa olsun gitmeye kararlıydı. Evin işlerini bitirdi çabucak, derslerine çalıştı. Babası zaten saat 9 da yatıyordu, kullandığı ilaçlar uyumasına katkıda bulunuyordu. Leyla parmakuçlarına basarak indi merdivenlerden, etrafına bakındı koşarak karşıya geçti. Tarığın daire kapısında “Gece güzelime” diye bir not vardı. Leyla notu eline aldı, gülümsedi ve zarfı açtı. “İyi ki doğdun sevgimin öbür adı... İyi ki varsın yüreğimin mutlu yanı... Mutlu yıllar vazgeçilmezim... Özlediğim zamanlardaki sıcak soluk... Varlığım, yokluğum, umudum... Doğum günün kutlu olsun GECE GÜZELİM...” Leyla’nın gözleri doldu. Kendisinin bile haırlayamadığı doğum gününü Tarık hatırlamış hatta bir sürpriz hazırlamıştı. Gözyaşlarına engel olamadı. Kapı açıldı, Tarık ona gülümsüyordu kapının ardından. Boynuna atladı Tarığın “Seni çok ama çok seviyorum” diye hıçkıra hıçkıra ağladı. Bir an annesi geldi aklına, o da böyle minik sürprizler hazırlardı Leyla küçükken. “Dur bitanem ağlama içeri gel” dedi Tarık. Leyla’nın gözlerini bağladı ve oturma odasına götürdü. Hafif bir müzik sesi geliyordu. Tarık, Leyla’nın gözlerini açtı. Leyla daha çok ağlamaya başladı. “Bunların hepsi benim için mi Tarık?” dedi. “Tabi ki senin için, doğum günün kutlu olsun meleğim.” dedi Tarık. Sarıldılar, dans ettiler, ufak ve utangaç öpücükler kondurdular dudaklarına. “Sıra hediyende” dedi Tarık. “Bitanem neden zahmet ettin bunların hepsi hatta sen bana Allah’ın bir hediyesi değil misin?” diye ekledi Leyla. Tarık odasına gitti ve hemen döndü. Arkasında bir şey vardı. Leyla’dan gözlerini kapamasını istedi. Leyla onu kırmadı ve gözlerini kapadı. Tarık biriktirdiği parasıyla bir yüzük almıştı Leylaya. “Aç gözlerini” dedi. Leyla usulca açtı gözlerini ve bir kez daha şaşkınlıktan bayılabileceğini düşündü. Mutluluğu gözlerinden okunabiliyordu. Tarık, Leyla’nın ellerine kenetlendi ve “Benimle evlenir misin gece güzelim?” dedi. Leyla hiç düşünmeden “Evet aşkım seninle evlenirim.” Dedi.
Leyla bu durumu çekine çekine babasına anlattı. Babası önce sert bir bakış attı, genç kız ürktü biraz ama sonra bir kahkaha deldi duvarları. Ahmet Bey bu olayı zaten bildiğini, yani onların uzun zamandır sevgili olduğunu bildiğini söyledi. “Sana hep güvendim kızım, başarınla gurur duydum sen gerçek mutluluğu hep hakettin. Annen öldüğünden beri elim ayağım oldun, hep korktum bir gün beni bırakıp gidersin diye ve korktuğum başıma geldi işte.”dedi yaşlı adam. Genç kız atıldı hemen ; “Babacım seni nasıl bırakacağımı düşünebilirsin. Evlensem bile ben bakacağım sana. Asla bırakmam seni asla.” Dedi gözyaşlarına boğularak. Baba kız o gün uzun uzun dertleştiler. Leyla 3. sınıftaydı düğünleri yapıldığında. Rüya gibi bir düğündü, tüm sevdikleri oradaydı. Leylayla Tarık dans ederken bütün gözler onlara imrenerek baktı, ikisi de sanki bulutlardaydı. Leyla ve Tarık, Tarığın oturduğu daire de, Ahmet bey ise yine evinde kalıyordu. Leyla babasını hiç yalnız bırakmadı. Evini temizledi, yemeğini yaptı. Leyla birçok kez babasına evinde yemek yemeye davet ettiyse adam o kadar hayır dedi. Çok mutlu bir evlilik sürdürüyorlardı.
Leyla mezun olmuş ve hemen ataması yapılmıştı. O kadar şanslıydı ki yine İstanbul’da bir okulda görev yapıyordu. Tarık ise asistan olarak çalıştığı otogaleride müdür olmuştu ve hatta dışarıdan üniversite okuyordu. Eşi ona derslerde yardımcı oluyordu. Yani Leyla Tarığa da öğretmenlik yapıyordu. Maddi manevi hiç bir eksikleri yoktu ama bazen ikisi de oturur hüzünlenirlerdi. Leyla annesini ve abisini düşünürdü. “Keşke bu mutlu halimi görebilselerdi” derdi hep. Tarık yıllardır göremediği ve her ne kadar ihanet etse de babasını, başkasıyla evlenip giden annesini düşünürdü. Hüzünleri bile ortaktı... Ahmet beyin bir kaç sağlık sorunu ortaya çıktığı için Leyla bazı geceler babasının yanında kalıyordu. Tarık ise büyüdükçe bencilleşmişti sanki, bütün ilgiyi üzerine istiyordu. Leylayla bu yüzden tartışmalar yaşıyordu. Evden çekip gidiyordu. Hatta bazen gelmiyordu. Leyla o geceler hiç uyumuyordu Tarığı düşünmekten. Tarığa sorduğunda o cevap verme tenezzülünde bile bulunmuyordu. Leyla evliliğinde sorunlar yaşandığının farkındaydı, düzeltmeye çalışıyordu ama nafile. Çırpınıyordu ama o güne kadar... Para, Tarığı resmen bambaşka biri yapmıştı. Leyla o gün okulda çok işinin olduğunu gece geç dönebileceğini bildirmişti eşine. Öğretmen arkadaşlarıyla o gece sabahın 3 üne kadar çalışmış ve bitap düşmüştü Leyla. Bir an önce eve gitmek istiyordu, arabasına atladı. Evine geldi. Yukardan sesler geliyordu, seslendi Tarığa cevap alamadı. Yukarı çıktı. Biricik sevgilisi, can yoldaşı, hayat arkadaşı bir başkasıylaydı. İnanmak istemedi önce kapının arkasına çekti bedenini. Gözlerini ovuşturdu bir daha baktı ama... Tarık Leylayı gördü. Fırladı eşinin peşine ama boş yere çırpındığının farkındaydı. Leyla’nın onu asla affetmeyeceğini biliyordu. Beraber büyümüşlerdi, onun her huyunu bilirdi. Dışarıda yağmur yağıyordu, Leyla avuçlarını sıka sıka ağır adımlarla ilerliyordu. Tarık koştu “Leyla hayatım gitme, bak benim suçum yok yani ben içmiştim biraz. Ne olur birşey söyle.” Leyla uzun uzun nefretle baktı onca yıl sevdiği, hayatını verdiği adama ve sadece “Neden Tarık” dedi. “Neden ben, neden biz. Seni yeterince sevemedim mi? Senin için bir tek ölmediğim kalmıştı. İşte öldürdün sonunda. Artık adını bile anmak istemiyorum.” Dedi Leyla keskin ve net bir sesle. O gece sabahın ilk ışıklarına kadar yollarda yürüdü Leyla. Tarık günlerce yalvardı ama Leyla kapıyı bile açmadı ona. Sadece babasının dizlerine yaslanıp “Gördün mü baba, babası gibi, beni aldattı. Ney eksikti baba, ben onu hep sevmedim mi, ona hayatımı emanet etmedim mi... Bitti artık, affet babacım seni onun yüzünden yıllarca bu hatıralarımızın dolu olduğu evde yapayalnız bıraktım... Affet babam... Dedi gözlerindeki yaşlara hâkim olmaksızın. Babası ellerini uzun uzun Leyla’nın saçlarında gezdirdi. “Sen beni hiç yalnız bırakmadın bebeğim, hep yüreğimdeydin. Hakettiğin sevginin karşılığını hiç göremedin ve ben de gösteremedim asıl sen beni affet kızım” dedi dolu dolu gözleriyle. “Bundan sonra asıl sevgiyi sende yaşayacağım baba, asla kimse olmayacak hayatımda asla. Bizi kimsenin üzmesine izin vermeyeceğim.” Dedi Leyla ve babasının mırıldandığını duydu;
Sen hala benim için küçük bir kız çocuğu,
Ellerimden alıp gitme o güneş kokunu,
Gözlerimden akan yaş acılarına çare olur mu...
“Bu dünyada kız evlatların asıl sorumlusu annelerdir, gerçek ve tek sevgi onların hakkıdır belki ama kızların gerçek aşkları hayatlarındaki ilk ve tek erkekler olan babalarıdır...”
Bilge hatun genç çocukların, parıldayan gözlerine bakıyordu. Bir süre sessizlikten sonra;
“İşte böyle çocuklar” diyip, ayağı kalktı her akşamüzeri yaptığı gibi. “Haydı herkes şimdi evine”
Genç çocuklar dağılamaya başladığında, el kaldırıp soru soran genç çocuk, birkaç adım gittikten sonra duraksayıp, arkasına aniden döndü. “Bilge Hatun, son bir şey daha. Söyler misin bana, neden …” diye başladığında, aniden bilge hatun elini kaldırdı havaya. “Şşşş… Sakına… Onu da yarın güneş batımında sorarsın. Unutma her şey anında değil, anılarda öğrenilir.” Dediğini işitip, düşüncelere dalmıştı Genç çocuk. Kendine geldiğinde bilge hatunda dâhil kimseler kalmamıştı yanında. Hemen koşmaya, evinin yolunu tutmaya başladı genç çocuk.
|
|